Blogger'ı kullanmak oldukça zormuş. Gerçi eskiden de zordu da şimdi iyice fena geldi. Bu yüzden değişiklik iyidir, yenilenmek güzeldir dedim bloga wordpress üzerinden devam etmeye karar verdim.
Olur da merak eder ve okumak isterseniz yeni yazılarım artık Yazıbüs'te. Beklerim ;)
https://yazibus.wordpress.com
hayatin icinden
hayatta her şey olabilir. ben de burada hayata dair her şeye yer verebilirim. ama tabii önce karar verebilirsem. çünkü ben tam bir kararsız teraziyim...
17 Kasım 2016 Perşembe
16 Kasım 2016 Çarşamba
Kağıtlar
Kartları bir bir
yerleştirdi. Dağılmamaları için çok dikkat ediyordu. Nefesini tuttu. Son
parçaya sıra gelmişti. Kağıttan ev yapmak herkese kolay değildi ama eli
alışmıştı bir kere. Son kartı da yerine koydu.
Hayatı gibiydi
şimdi. Her şey yerli yerinde dengede. Ama bir nefes bile her şeyi dağıtmaya
yetecek kadar kırılgandı aynı zamanda. Bir tanesini çeksem yer yerinden oynar
diye geçirdi zihninden. Biliyordu, çok kereler denemişti bunu da. Arada yaptığı
iş onu tatmin etmez, bir tanesini çekiverirdi kartların ve yaptığı kocaman evin
yerle bir oluşunu seyrederdi.
Bu hastanede
zaten yapacak fazla da bir şey yoktu. Kafasını toplaması için göndermişlerdi
onu buraya. O ne demek onu bile bilmiyordu ya neyse. İnsanın kafası nasıl
toplanır. Zihnin yerle bir olmuşken neresini toplayacaksın ki. Dolap mı bu
içindeki kıyafetleri katlayıp yerleştiresin.
Onun da şalteri
atmıştı bir gün işte. Sokaklara atmıştı kendini. Yarı çıplak hem de. Bağıra
bağıra koşmaya başlamıştı. Neden böyle yaptığını bilmez haldeydi.
Onu
bulduklarında bir arabanın, sanırım bir Doblo’nun altına atmak üzereydi
kendini. Yaşlıca bir amca sakin sakin yanına yaklaşmış, “gel kızım gel, sakin
ol” diyerek üzerindeki eski paltoyu sarmıştı bedenine. Kucaklamıştı sonra onu.
O da kendini bırakmıştı.
Bir kuş gibi titriyordu. Amca “geçti, bitti, korkma” dedi ona. Yüzüne baktı amcanın.
Geçmediğini biliyordu ama bir ferahlama duyduğu kesindi. Atmıştı işte içinde
birikenleri. Ambulans geldiğinde de aynı sakinlik vardı üzerinde. Hiç itiraz
etmeden bindi. Sessizce dinliyordu ne denirse.
Sonra işte.
Sonrası buradaydı. Beyaz koridorlar, floresan ışıkları ve oyun kağıtları.
Kocaman evler yapmaya burada başlamıştı.Fotoğraflar: pixabay.com
Güneş
İçini ısıtıyordu
güneşin ışınları. Eski evin verandasındaki köşeye oturmuş, ayaklarını
uzatmıştı. Gözlerini uzaklara daldırmış, elleri kitabında öylece bakıyordu. Ne
düşündüğünün farkında değildi. Sadece denizin enginliğine, mavisine dalıp
gitmişti.
“Yapacak ne çok
iş var” diye söylenen sesini duydu adamın. “Şu çatıyı tamir ettirmek lazım,
elektrikte de sorun var gibi. Ama biraz elden geçirsek oturulacak hale gelir.”
Sesler sanki bir
sis bulutunun ardından ulaşıyordu kulağına. Duymak istememişti belki de. Ev
neredeyse 30 yıldır hiç açılmamıştı. Epey eskimiş, denizin tuzuna, sert lodosa
karşı koyamamıştı birçok yeri.
Yine de sevdiği, evlendiği
adamın elinden tutmuş, yıllar yılı kapısını açmadıkları bu eve getirmişti,
çocukluğun göstermek ister gibi…
Ne kadar
farklıydı her şey. Annesinin her yerin yemyeşil, binasız olduğunu anlattığı
zamanları düşündü. Sonra çocukluğunda burada geçirdiği günleri. Bazen onu
anneannesiyle baş başa bırakır çalışmaya giderdi ailesi. Ne kadar güzel geçerdi
o günler. İstediği her türlü yiyecek kaçamağını yapar, dilediği saatte yatardı.
Deniz desen girilebilecek kadar temizdi. Kumsal bile vardı. Üstelik evin hemen
önünden başlayan bir kumsal.
Şimdi ise evin
önü neredeyse bir toprak yol halini almıştı. Yine de denizi tam karşıdan
görüyordu. Bu da ona yeterdi.
Gelir gelmez
korkunç bir rutubet kokusu karşılamıştı onları. İçerisi ise yaprak, böcek ölüsü,
örümcek ağı doluydu, hatta fare pislikleri bile göze çarpıyordu. Umursamamıştı ikisi
de. Artık eşi olan sevdiği adam da aynı kafadaydı.
Evin verandasına
açılan ön kapıyı zar zor açmışlardı. Paslanmış, tutmaz olmuştu demiri.
Kapıyı açar açmaz
eski günlere gittiğini düşündü. Büyük mermer masa yıllara dayanamamış bir
bacağını kaybetmişti. Plastik sandalyelerse oturulabilir durumda değildi. Yine
de umursamadı.
Sağlam
görünenlerden birini seçti ve dışarı çıkarıp güneşin en güzel vurduğu yere
koydu. Burası annesinin gündüzleri kitap okumayı sevdiği, babasının akşamüzeri
birasını yudumladığı köşeydi.
Sandalyeyi
attıktan sonra eşi ona dokunmaması gerektiğini anlamıştı. Anlayışlı adamdı
neyse ki. Suskunlaşmış başka diyarlara gitmişti sanki. Çantasından kitabını
çıkardı. Annesinden ya da belki dedesinden kalma bir kitaptı. Satır altları
çizilmiş, sayfaları sararmıştı. Sandalyeye dikkatlice oturdu, ayaklarını uzattı
duvara. Tıpkı annem gibi diye düşündü. Ne kadar uzun zaman önceydi ama sanki
dündü dedi içinden. Kitabı okumuyor okşuyordu adeta.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)