17 Kasım 2016 Perşembe

Yazıbüs'te görüşelim

Blogger'ı kullanmak oldukça zormuş. Gerçi eskiden de zordu da şimdi iyice fena geldi. Bu yüzden değişiklik iyidir, yenilenmek güzeldir dedim bloga wordpress üzerinden devam etmeye karar verdim.
Olur da merak eder ve okumak isterseniz yeni yazılarım artık Yazıbüs'te. Beklerim ;)
https://yazibus.wordpress.com

16 Kasım 2016 Çarşamba

Kağıtlar

Kartları bir bir yerleştirdi. Dağılmamaları için çok dikkat ediyordu. Nefesini tuttu. Son parçaya sıra gelmişti. Kağıttan ev yapmak herkese kolay değildi ama eli alışmıştı bir kere. Son kartı da yerine koydu.
Hayatı gibiydi şimdi. Her şey yerli yerinde dengede. Ama bir nefes bile her şeyi dağıtmaya yetecek kadar kırılgandı aynı zamanda. Bir tanesini çeksem yer yerinden oynar diye geçirdi zihninden. Biliyordu, çok kereler denemişti bunu da. Arada yaptığı iş onu tatmin etmez, bir tanesini çekiverirdi kartların ve yaptığı kocaman evin yerle bir oluşunu seyrederdi.
Bu hastanede zaten yapacak fazla da bir şey yoktu. Kafasını toplaması için göndermişlerdi onu buraya. O ne demek onu bile bilmiyordu ya neyse. İnsanın kafası nasıl toplanır. Zihnin yerle bir olmuşken neresini toplayacaksın ki. Dolap mı bu içindeki kıyafetleri katlayıp yerleştiresin.
Onun da şalteri atmıştı bir gün işte. Sokaklara atmıştı kendini. Yarı çıplak hem de. Bağıra bağıra koşmaya başlamıştı. Neden böyle yaptığını bilmez haldeydi.
Onu bulduklarında bir arabanın, sanırım bir Doblo’nun altına atmak üzereydi kendini. Yaşlıca bir amca sakin sakin yanına yaklaşmış, “gel kızım gel, sakin ol” diyerek üzerindeki eski paltoyu sarmıştı bedenine. Kucaklamıştı sonra onu. O da kendini bırakmıştı.
Bir kuş gibi titriyordu. Amca “geçti, bitti, korkma” dedi ona. Yüzüne baktı amcanın. Geçmediğini biliyordu ama bir ferahlama duyduğu kesindi. Atmıştı işte içinde birikenleri. Ambulans geldiğinde de aynı sakinlik vardı üzerinde. Hiç itiraz etmeden bindi. Sessizce dinliyordu ne denirse.
Sonra işte. Sonrası buradaydı. Beyaz koridorlar, floresan ışıkları ve oyun kağıtları. Kocaman evler yapmaya burada başlamıştı.


Fotoğraflarpixabay.com

Güneş

İçini ısıtıyordu güneşin ışınları. Eski evin verandasındaki köşeye oturmuş, ayaklarını uzatmıştı. Gözlerini uzaklara daldırmış, elleri kitabında öylece bakıyordu. Ne düşündüğünün farkında değildi. Sadece denizin enginliğine, mavisine dalıp gitmişti.
“Yapacak ne çok iş var” diye söylenen sesini duydu adamın. “Şu çatıyı tamir ettirmek lazım, elektrikte de sorun var gibi. Ama biraz elden geçirsek oturulacak hale gelir.”
Sesler sanki bir sis bulutunun ardından ulaşıyordu kulağına. Duymak istememişti belki de. Ev neredeyse 30 yıldır hiç açılmamıştı. Epey eskimiş, denizin tuzuna, sert lodosa karşı koyamamıştı birçok yeri.
Yine de sevdiği, evlendiği adamın elinden tutmuş, yıllar yılı kapısını açmadıkları bu eve getirmişti, çocukluğun göstermek ister gibi…
Ne kadar farklıydı her şey. Annesinin her yerin yemyeşil, binasız olduğunu anlattığı zamanları düşündü. Sonra çocukluğunda burada geçirdiği günleri. Bazen onu anneannesiyle baş başa bırakır çalışmaya giderdi ailesi. Ne kadar güzel geçerdi o günler. İstediği her türlü yiyecek kaçamağını yapar, dilediği saatte yatardı. Deniz desen girilebilecek kadar temizdi. Kumsal bile vardı. Üstelik evin hemen önünden başlayan bir kumsal.
Şimdi ise evin önü neredeyse bir toprak yol halini almıştı. Yine de denizi tam karşıdan görüyordu. Bu da ona yeterdi.
Gelir gelmez korkunç bir rutubet kokusu karşılamıştı onları. İçerisi ise yaprak, böcek ölüsü, örümcek ağı doluydu, hatta fare pislikleri bile göze çarpıyordu. Umursamamıştı ikisi de. Artık eşi olan sevdiği adam da aynı kafadaydı.
Evin verandasına açılan ön kapıyı zar zor açmışlardı. Paslanmış, tutmaz olmuştu demiri.
Kapıyı açar açmaz eski günlere gittiğini düşündü. Büyük mermer masa yıllara dayanamamış bir bacağını kaybetmişti. Plastik sandalyelerse oturulabilir durumda değildi. Yine de umursamadı.
Sağlam görünenlerden birini seçti ve dışarı çıkarıp güneşin en güzel vurduğu yere koydu. Burası annesinin gündüzleri kitap okumayı sevdiği, babasının akşamüzeri birasını yudumladığı köşeydi.
Sandalyeyi attıktan sonra eşi ona dokunmaması gerektiğini anlamıştı. Anlayışlı adamdı neyse ki. Suskunlaşmış başka diyarlara gitmişti sanki. Çantasından kitabını çıkardı. Annesinden ya da belki dedesinden kalma bir kitaptı. Satır altları çizilmiş, sayfaları sararmıştı. Sandalyeye dikkatlice oturdu, ayaklarını uzattı duvara. Tıpkı annem gibi diye düşündü. Ne kadar uzun zaman önceydi ama sanki dündü dedi içinden. Kitabı okumuyor okşuyordu adeta.