15 Kasım 2016 Salı

Koku

Sonbahar kendini iyiden iyiye kışa doğru vermiş, çiçekleri, otları soldurup çürütmüştü. Bir tatil beldesinin unutulmuş ara sokaklarında yürümeye başlamıştı. Yürüdükçe kendini, ne yaptığını, nereye gittiğini unutmuştu. Burnuna çalınan ekşimiş çiçek kokusunu duymuş ve kendini ağaçlarla çevrili bir alanda bulmuştu. 
Hava bir hayli serindi. Yapraklarını dökmüş ağaçları fark edince kafasını kaldırdı ve başlangıç noktasından ne kadar uzaklaşmış olduğunu anladı. Geri dönmek için bir sebep var mı diye sordu kendine. Bir arkasına bir de önünde ıssızca uzanan yola baktı.
Biraz daha yürümeli en iyisi dedi. Aslında vücudu üşüyordu ama yürüyüşün etkisinden olsa gerek içten içe de yanıyordu. Montunu eline almayı düşündü bir an. Sonra vazgeçti. Gelip de buralarda hastalanmak istemezdi.
Neler geçiyordu aklından kim bilir. Arkasında bıraktığı hayatı mı acaba? Uzun işsizlik ve parasızlıktan sonra neyi var neyi yok satıp savmıştı. Kedisini bir kutuya koymuş bulduğu bu küçük evde, unutulmuş bir tatil beldesinde yaşamaya karar vermişti. 
Kolay değildi aldığı karar ama doğduğundan beri yaşadığı o koca metropol ona dar geliyordu artık. Yaşanır hali kalmamıştı şehrin. Trafiğini, hava kirliliğini bırak, pahalılığı yeterdi. Bir kilo domates bile alamayacak mıyım kendime diyordu sık sık.
Ardında bıraktığı kimse de yoktu. Aile bireyleri birer birer göçmüştü bu hayattan. Kardeşi desen kendi havasında bir yerlerde yaşıyordu. Zaten asla yakın olmamışlardı birbirlerine. Birkaç eski dostsa o canavar şehrin gümbürtüsünde çoluk çocuk derdindeydi. Kedisi anlayışlıydı en azından…

Fotoğrafpixabay.com

Hiç yorum yok: