14 Kasım 2016 Pazartesi

Çıkınca

Kapıyı çekip çıktı. Yavaş adımlarla arabasına doğru ilerledi. Elinde bir boşluk vardı ama ne olduğunu fark etmedi bile. Aracı çalıştırıp, radyoyu açtı ve yola çıktı. Radyoda en sevdiği müzik karşısına çıkınca çocuk gibi sevindi. Arka arkaya ne de güzel çalıyordu. Hiç durmadan devam etti yola.
Kafasına koymuştu. Bugünü kendine ayırmıştı. Yıllar önce gittiği ve uzun zamandır da gitmeyi hayal ettiği, denizi gören o kafeye gidecekti. Bilgisayarı, defteri, kitabı, kalemleri her şeyi tamdı. 
Şansına yol da ne güzel açıktı böyle. Şarkılar söyleyerek gaza bastı. Kısa süre sonra denize kavuştuğunda keyfi daha da katlandı. Ne güzeldi denizi görmek. Hele de böyle güneşli, güzel bir günde. 
Arabasını park etmesi sorun olmasaydı bari. Şimdilik tek endişesi buydu. Ama şanslı günündeydi işte. Kafenin tam karşısında bir yer boştu. Üstelik araç çekilir derdi de yoktu. Camların kapalı olduğundan emin olunca, yaşasın keyif diye bağırdı. Arabası bile denizi görecekti park ettiği noktadan. Bugün onun da günü diye geçirdi içinden.
Sonra çantasını, şalını, montunu alıp çıktı arabadan. Neredeyse çocuk gibi seke seke yürüyordu. Genelde yoğun olan trafiği, durup ona yol verenler sayesinde kolayca geçti ve karşı kaldırıma ulaştı. Onun keyfinden araçlarının içindeki insanlar bile etkilenmişti sanki.
Havada inanılmaz bir dinginlik vardı. Artık yapraklarını dökmeye başlamış incir ağacının kokusu her yana yayılmıştı. Atkestaneleri yerdeydi. Eğilip iki üç tanesini avucunun içine aldı. Pürüzsüz yüzlerinde keyifle parmağını gezdirdi. Sonra kafenin dik merdivenlerini bir solukta çıktı.
Kafenin bahçesine girdiğinde kendini yıllardır uğramadığı evine girmiş gibi hissetti. Kimsecikler yoktu, garson bile görünmüyordu etrafta. En sevdiği, manzaranın en güzel göründüğü masaya kuruldu bir güzel. Kısa süre sonra yanında asık yüzüyle garson belirdi. Yüzündeki kocaman gülümsemeyle günaydın dediğinde genç adam da aydınlanmış gibi oldu. 
Hemen kahvaltılık bir şeyler bir de çay söyledi kendine. Bilgisayarını çıkardı, defterlerini kitabını dizdi. 
Tam o anda farkına vardı. Telefonunu almamıştı. Evden çıkarken masanın üzerinde bırakmış olmalıydı. Nasıl da fark etmemişti unuttuğunu! Kısa bir panik dalgası sardı benliğini. Ya eşi ararsa, ya çocuğunun okulundan ulaşmaya çalışırlarsa. Nasıl yaptım bunu…?
Ne yapacağını düşünürken gülümsüyormuş gibi görünen bir martı geçti tepesinden. Hemen ardından da yüzüne ondan bulaşmış gülümsemesiyle garson belirdi. Eli kolu doluydu. Sıcacık çay ve ekmek kokusu onu kendine getirdi ve her şeyi unutturdu. Eşine kafenin telefonundan haber vermek geldi aklına. Kısa bir görüşmeyle telefonunu unuttuğunu söylediğinde huzuru tam anlamıyla bulmuştu.
Bütün gün yazdı, çizdi, okudu. Tam hayal ettiği gibi… Artık gitme saati geldiğinde yine aynı keyifle evine döndü. Kapıyı kafasına takılıp kalmış o neşeli şarkıyla açtı. Eline telefonunu aldı. Sadece 1 mesaj görünüyordu. Mesajı açmadan önce bu şarkıyı en son nerede dinlediğini hatırlamaya çalıştı. Evet, onunla yıllar önce o kafeye gittiğinde dinlemişti. 
Sonra gözleri telefona kaydı ve mesajı açtı: “Bunca zaman sonra neden diyeceksin biliyorum ama seni çok özledim ve görmek istiyorum. Hani yıllar önce buluştuğumuz, denizi gören o kafede buluşmaya ne dersin. Saat 1’de orada olacağım.”
Fotoğraf: pixabay.com

Hiç yorum yok: