13 Kasım 2016 Pazar

Yeniden merhaba...

Uzun zaman olmuş bu blogu açalı. 30'larımda bir anneymişim o zaman. Yemek yapmayı hala seviyorum ama tarif paylaşmak pek de eskisi gibi heyecanlandırmıyor beni. Şimdilerde beni heyecanlandıran tek şey yazı yazmak. İyi, güzel, kötü, sıkıcı... Ne olduğuna bakmadan yazıyorum. Özellikle 6 dakikalık yazılar en sevdiklerim. Yeşim Cimcoz Yazıevi'nde öğrendiğimiz eğlenceli bir oyun bu. Bir kelime seçiyorsunuz ve 6 dakikada aklınıza gelenleri, düşünmeden, kurgulamadan ve tabii duraksamadan sözcüklere döküyorsunuz. Her gün bir tane 6 dakika çalışması yapmaya çalışıyorum. Şimdiye kadar yaptıklarımı da Tumblr'daki (http://polarde.tumblr.com) adresimde paylaştım. Ama duyduğuma göre bazıları tumblr'ı açamıyormuş. Ben de eski blogmu canlandırayım dedim. İşte yazılarımın bazıları. Görüşlerinizi belirtseniz ne güzel olur. Belki yazma sürecime de katkınız olur. Sevgiyle... Pınar Denizer E.


Sazanlara
 O kadar çabuk inanıyordu ki her şey ona sazan diyorduk. Sazanlara benzediği için değil de, her şeye çok çabuk kandığı için. Onun o saflıkla yaptığı sazanlıklar her zaman neşe kaynağımızdı. Mesela gözlüğünün üzerine oturup kırar sonra bu sakarlığını o kadar neşeli anlatırdı ki gözlüğün kırıldığına üzülmez sakarlığına eğlenir, iyi ki kırmış derdiniz. Sadece kandırmak için, yok artık buna da asla inanmaz dediğiniz bir hikaye anlatırdınız ama o bu hikayeye gönülden kanardı.. Hemen sorular sormaya başlar, genellikle kontrol edemediği aşırı tepkilerini verirdi. O zaman da hem onu kandırdığınız için pişman olurdunuz hem de bu kadar saf oluşu içinizi ısıtırdı. Çocuk gibiydi hatta belki de daha saftı.

 O gün de yine onun sazanlıklarıyla eğleniyorduk. Sonunda kendi de kabullenmişti, hatta bu takma isminden zevk almaya başlamıştı. Bir kafede eğlenceli birkaç saatten, bolca dedikodu ve kahveden sonra üç arkadaş evlerimize gitmek üzere öpüşüp gülüşerek vedalaşmıştık.

 Kadıköy İskelesinden bir vapura atlayıp Kızıltoprak’taki evine gidecekti. Vapura binerken bir adam gözüne çarptı. İnanılmayacak şekilde yakışıklı bir o kadar da karizmatikti. Bütün kadınların kafası ister istemez adama doğru dönüyor, bakan bir daha bakıyor, bir kısmı bakmaktan gözünü alamıyordu.

 Adam için kadın mıknatısı denebilirdi. Gözlerini alamayanlar arasında başı bağlı yaşlı teyzelerden tutun da annesinin elinden tutmuş gezmeden dönen küçük kız çocukları bile vardı. Üzerindeki açık renkli pardösü rüzgarda salınıyor ve adama daha da gizemli bir hava veriyordu. Vapurun kapıları açılınca rüzgarda salınan dalgalı saçlarını savurdu ve uzun, güçlü adımlarla hızlıca vapurun üst katına çıktı. Arka sıralarda kendine bir yer bulup oturdu. Serin bir ekim günü olmasına rağmen güneş hala insanların içini ısıtıyordu. Ya da belki ısıtan güneş değil adamın kendisiydi.

 Birkaç atak genç kız da peşi sıra adamı izledi. Herkes yerine yerleşmiş, kafalar bu karizmatik kişiye kilitlenmişti. Kadınların bakışları, fısıldaşmaları vapuru sarmıştı. Ortalık altın günü gibiydi. Sıralara serpiştirilmiş birkaç erkekse hasetten çatlamak üzereydi. Onlar da istemsizce bir adama bir de kadınların kendilerinden geçmiş hallerine bakıyorlardı.

 Durumun farkında olmayan tek kişi bizim sazanımızdı. O her zamanki gibi takılıp düşmeden önce kendini vapura atmanın zafer dolu sevincini yaşıyordu. Tabii bu arada yukarı çıkarken kolunu bir demire çarpmış, rüzgarla bacaklarına dolanan uzun eteğini çekiştirirken düşme tehlikesi geçirmişti. Göz ucuyla adamı yeniden görmüştü görmesine ama yerleşmeye çalıştığı için ilgisini verememişti.

 Bizimki oturduktan sonra çantasından bir kitap çıkarmaya niyetlendi ama çantasından bir kağıt mendil fırlayıverdi. Onu alırken de eteğinin ucunu bir yere taktırdı.

 Tam kendi de dahil her şeyi toparlayıp yerine geçerken vapur hareketlendi. Ancak ince topuklu, şık ayakkabılarıyla sarsılan vapurda ayakta kalmak zordu. Düşecekmiş gibi sendeledi.

 İşte o anda vapurdaki herkesin, hatta gökyüzünde simit bekleyen martıların bile nefesini tutup gözünü kocaman açarak şaşkınlıkla bakakaldığı bir şey oldu.

 Adam yıldırım hızı gibi yerinden fırladı ve bizim sazanı kolundan nazikçe tuttu. Kimin tuttuğunu bile görememişti, sadece ayakta durmak için çırpınmayı andıran hareketler yapıyordu. Adam elinde bir balık tutuyordu sanki, hem de sazan balığı.

 Sonunda kadını hem kolundan hem de omzundan kavrayıp yerine oturttu. Bizimki düşmeden oturmayı başardığına inanmaz halde kafasını kaldırdı. Karşısında kadın mıknatısı adamı görünce şaşkınlığı daha da arttı. Nazik ve utangaç bir gülümsemeyle teşekkür etti. Adam dolunay gibi pırıldayan bir gülümsemeyle rica ederim derken elinde bir kalem belirdi ve bu sizden düştü galiba diyerek elindeki pembe ayıcıklı kalemi uzattı. İkisi yol boyunca sohbet ettiler, sanki yıllardır tanışıyormuş gibi. Erkeklerin haset bakışlarına kadınlarınki de eklendi. Vapur iskeleye yanaştığında sohbet hala devam ediyordu. Merdivenleri beraber inip yürüdüler. Konuşmaya bir saniye bile ara vermeden gözden kayboldular. Ama geçtikleri her yerde insanlar kafalarını çevirip çevirip onlara bakıyor, bu çiftten gözünü alamıyordu…

Fotoğraf: pixabay


Hiç yorum yok: