Monza’daki köprünün üzerindeyiz. Herkesin elinde bir kadeh.
Parmaklarım serin bahar havasına aldırmadan zarifçe kavramış içinde soğuk beyaz
köpüklü şarabın olduğu ince bardağı. Leziz kokusunu içime çekiyorum.
Kahkahalar
eşliğinde bir güzel sohbet. Konuşulanların yarısını, hatta belki de çoğunu
anlamıyorum ama yine de mutluyum. Burada huzur ve rahatlık var. Memlekette
arayıp da bulamadığım. Zaten o yüzden kaçmışım buralara.
Ne yapacağımı bilmez halde oradan oraya sürterken yıllardır
tanıdığım, en iyi dostum kalk gel demiş. Uzun zamandır burada yaşıyor. Zaten
Facebook’a attığı fotoğraflardan hep biliyorum köprü üstünü.
Doğru ya, valla
geleyim diyorum. Üç beş kuruş birikmiş parama annem de destek oluyor. Atlıyorum
uçağa ver elini İtalya. Milano’ya iniyorum. Oradan da Monza. Bir güzel, bir
sakin şehir ki sorma gitsin. Kasaba mı demeli acaba? Bunun önemi yok.
Pek de kimseye söylememişim gideceğimi. Sadece yazılarımı
paylaştığım bir sosyal medya hesabıma bir süre Monza’dayım dönmezsem beni
aramayın yazmışım.

Arkadaşımın gözlerini yakalıyorum. Bana bakıyor bir şeyler
sorar gibi ya da belki anlatır gibi. Sarhoş muyum diye sormak geçiyor içimden
ama o kadar eski dostum ki öyle olsam omuzuma yüklenir hadi eve der. Zaten
geçen akşam demedi mi? Bir bize doğru yaklaşan uzun boylu siluete bakıyorum bir
arkadaşıma. Başıyla bir şeyler işaret ediyor. Bu sırada da başım dönmeye
başlıyor. Yok artık gerçekten de. Buralara kadar gelmiş olamaz ki. Nasıl
gelsin? Nereden bilsin burayı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder