Sonbahar kendini
iyiden iyiye kışa doğru vermiş, çiçekleri, otları soldurup çürütmüştü. Bir
tatil beldesinin unutulmuş ara sokaklarında yürümeye başlamıştı. Yürüdükçe
kendini, ne yaptığını, nereye gittiğini unutmuştu. Burnuna çalınan ekşimiş
çiçek kokusunu duymuş ve kendini ağaçlarla çevrili bir alanda bulmuştu.
Hava
bir hayli serindi. Yapraklarını dökmüş ağaçları fark edince kafasını kaldırdı
ve başlangıç noktasından ne kadar uzaklaşmış olduğunu anladı. Geri dönmek için
bir sebep var mı diye sordu kendine. Bir arkasına bir de önünde ıssızca uzanan
yola baktı.
Biraz daha
yürümeli en iyisi dedi. Aslında vücudu üşüyordu ama yürüyüşün etkisinden olsa
gerek içten içe de yanıyordu. Montunu eline almayı düşündü bir an. Sonra
vazgeçti. Gelip de buralarda hastalanmak istemezdi.
Neler geçiyordu
aklından kim bilir. Arkasında bıraktığı hayatı mı acaba? Uzun işsizlik ve
parasızlıktan sonra neyi var neyi yok satıp savmıştı. Kedisini bir kutuya
koymuş bulduğu bu küçük evde, unutulmuş bir tatil beldesinde yaşamaya karar
vermişti.
Kolay değildi aldığı karar ama doğduğundan beri yaşadığı o koca
metropol ona dar geliyordu artık. Yaşanır hali kalmamıştı şehrin. Trafiğini,
hava kirliliğini bırak, pahalılığı yeterdi. Bir kilo domates bile alamayacak
mıyım kendime diyordu sık sık.
Ardında bıraktığı
kimse de yoktu. Aile bireyleri birer birer göçmüştü bu hayattan. Kardeşi desen
kendi havasında bir yerlerde yaşıyordu. Zaten asla yakın olmamışlardı
birbirlerine. Birkaç eski dostsa o canavar şehrin gümbürtüsünde çoluk çocuk
derdindeydi. Kedisi anlayışlıydı en azından…
Fotoğraf: pixabay.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder