16 Kasım 2016 Çarşamba

Güneş

İçini ısıtıyordu güneşin ışınları. Eski evin verandasındaki köşeye oturmuş, ayaklarını uzatmıştı. Gözlerini uzaklara daldırmış, elleri kitabında öylece bakıyordu. Ne düşündüğünün farkında değildi. Sadece denizin enginliğine, mavisine dalıp gitmişti.
“Yapacak ne çok iş var” diye söylenen sesini duydu adamın. “Şu çatıyı tamir ettirmek lazım, elektrikte de sorun var gibi. Ama biraz elden geçirsek oturulacak hale gelir.”
Sesler sanki bir sis bulutunun ardından ulaşıyordu kulağına. Duymak istememişti belki de. Ev neredeyse 30 yıldır hiç açılmamıştı. Epey eskimiş, denizin tuzuna, sert lodosa karşı koyamamıştı birçok yeri.
Yine de sevdiği, evlendiği adamın elinden tutmuş, yıllar yılı kapısını açmadıkları bu eve getirmişti, çocukluğun göstermek ister gibi…
Ne kadar farklıydı her şey. Annesinin her yerin yemyeşil, binasız olduğunu anlattığı zamanları düşündü. Sonra çocukluğunda burada geçirdiği günleri. Bazen onu anneannesiyle baş başa bırakır çalışmaya giderdi ailesi. Ne kadar güzel geçerdi o günler. İstediği her türlü yiyecek kaçamağını yapar, dilediği saatte yatardı. Deniz desen girilebilecek kadar temizdi. Kumsal bile vardı. Üstelik evin hemen önünden başlayan bir kumsal.
Şimdi ise evin önü neredeyse bir toprak yol halini almıştı. Yine de denizi tam karşıdan görüyordu. Bu da ona yeterdi.
Gelir gelmez korkunç bir rutubet kokusu karşılamıştı onları. İçerisi ise yaprak, böcek ölüsü, örümcek ağı doluydu, hatta fare pislikleri bile göze çarpıyordu. Umursamamıştı ikisi de. Artık eşi olan sevdiği adam da aynı kafadaydı.
Evin verandasına açılan ön kapıyı zar zor açmışlardı. Paslanmış, tutmaz olmuştu demiri.
Kapıyı açar açmaz eski günlere gittiğini düşündü. Büyük mermer masa yıllara dayanamamış bir bacağını kaybetmişti. Plastik sandalyelerse oturulabilir durumda değildi. Yine de umursamadı.
Sağlam görünenlerden birini seçti ve dışarı çıkarıp güneşin en güzel vurduğu yere koydu. Burası annesinin gündüzleri kitap okumayı sevdiği, babasının akşamüzeri birasını yudumladığı köşeydi.
Sandalyeyi attıktan sonra eşi ona dokunmaması gerektiğini anlamıştı. Anlayışlı adamdı neyse ki. Suskunlaşmış başka diyarlara gitmişti sanki. Çantasından kitabını çıkardı. Annesinden ya da belki dedesinden kalma bir kitaptı. Satır altları çizilmiş, sayfaları sararmıştı. Sandalyeye dikkatlice oturdu, ayaklarını uzattı duvara. Tıpkı annem gibi diye düşündü. Ne kadar uzun zaman önceydi ama sanki dündü dedi içinden. Kitabı okumuyor okşuyordu adeta.

Hiç yorum yok: